11 Eylül 2010 Cumartesi

Karagöz ve Hacivat

KARAGÖZ&HACIVAT

Deriden yapılan tasvirlere arkadan vuran ışığın tasvirlerin gölgesini beyaz bir perde üzerine yansıtması temeline dayanan gölge oyunu doğu (Asya) kültürlerine özgü bir sanattır ve ortaya çıkışı hakkında değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Çin hükümdarı Wu (M.Ö. 140-87) karısının ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılır. Şav Wong adlı bir çinli, hükümdarın üzüntüsünü hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından geçirdiği bir kadının perde üzerine düşen gölgesini ölen kadının hayali diye sunar.
   

Gölge oyunu tekniğinin Türk toplumunda ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bir görüşe göre Çinlilerden Moğollara onlardan da Türklere geçmiştir. Daha sonra da Türk akınlarının istikametine paralel olarak batıya geçmiştir. Bu tekniğin Türk halk kültüründe Karagöz olarak ne zaman ortaya çıktığı hakkında değişik görüşler vardır. Bunlardan en yaygın olanı Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami’nin inşaatı sırasında Bursa’da geçmiştir. Cami inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) arasında geçen nükteli konuşmaları dinlemek isteyen işçiler işi gücü bırakıp onların etrafında toplanır,bu yüzden de inşaat yavaş ilerlermiş. Bu durumu öğrenen padişah her ikisini de idam ettirmiş.(Bir rivayete göre ise Karagöz idam edilmiş, Hacıvat ise hacca giderken yolda ölmüştür). Daha sonra çok pişman olan padişahı teselli etmek isteyen Şeyh Küşterî başından beyaz sarığını çıkarıp germiş ve arkasına bir şema(ışık) yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiş. O tarihten sonra da Karagöz oyunları değişik mekanlarda oynanır olmuş. Günümüzde de Karagöz perdesine Şeyh Küşterî meydanı denir ve Şeyh Küşterî Karagözcülüğün pîri kabul edilir.
          
Karagöz oyununun başlıca kişileri şunlardır:
Karagöz: Okumamış bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur; öğrenim görmüş kişilerin (Hacivat, Çelebi, Tiryaki v.b.) yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü sözlerini anlamaz, anlayabildiklerini de anlamaz görünür; bu yabancı sözleri Türkçe sözcüklere benzeterek, onlara ters anlamlar verir; böylece, toplum içindeki iki ayrı zümrenin dillerinin çarpışmasından türlü gülünçlükler doğar. Her şeye burnunu sokmak, her gürültüye koşmak, her lâfa ve her olaya karışmak merakında olan Karagöz, sokağa inmediği zaman da hiç değilse penceresinden (perdenin seyirciye göre sağ üst köşesinden) kafasını uzatarak, ya da evin içinden seslenerek işe karışır. Özü sözü bir, düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, patavatsız bir kişi olduğu için ikide bir zor durumlara düşer; gücü yeten herkes onu aşağılar, bütün çapraşık hallerde kabak onun başına patlarsa da paçayı kurtarır; en zor durumlarda dahi neşesini kaybetmez. Çoğu zaman işsiz kalır, Hacivat'ın bulduğu işlere girer (Aşçılık, Canbazlar, Eczane, Kayık, Salıncak, Yazıcı v.b.).
Karagöz'ün Alaeddin-i Selçukî (XIII. yy.) ya da Sultan Orhan (XIV. yy.) devrinde yaşamış gerçek bir kişi olduğu söylentileri ispat edilebilmiş değildir. Karagöz'ün kimliği konusunda en eski kaynak olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde, onun Kırkkilise'li bir «ayyâr-i cihan Kıbtî» olduğu ileriye sürülmüştür. Eldeki karagöz metinlerinin çoğunda ya doğrudan doğruya Karagöz'ün ya da öbür kişilerin ağzından onun Çingeneliği sık sık tekrarlanır; hattâ, Canbazlar oyununda, ipten düşüp ölen Karagöz'ün cenazesini Çingeneler kaldırır. Türk gölge oyunu üzerinde çalışan Batılı incelemeciler, Evliya Çelebi'deki kaydı andıktan başka, oyunlarda görülen bu yoldaki söz ve eylemleri de gözönünde bulundurarak, Karagöz'ün «bugün de perdeye kimi zaman 'Zombornos keros' Çingene selâmıyle çıktığına, Çingenelerin alışık olduğu demircilik işleriyle uğraştığına, maşalar, kürekler yapmakla ve süpürge bağlamakla övündüğüne» işaret ederek, «hayal sahnesinin yayılmasına Çingenelerin yardım ettiklerinin kabul olunabileceği» görüşünü ileriye sürmüşler; «karagözcülerin kendi aralarında konuştukları meslek diline Çingeneceden gelme unsurların hâkim vaziyette olduğumu belirttikten sonra, «Karagöz'ün, karakter bakımından küçük burjuvaziye mensup bir Türk'ü temsil etmesine rağmen, Çingene olarak gösterilmesinin de hayal oyunu ile serseri Çingene kavim arasında bir rabıta mevcut olduğuna delâlet ettiği» sonucuna varmışlardır. Türk incelemeciler, Karagöz'ün yüzünün biçimini, giyim kuşamını, karakterini gözönünde bulundurarak bu görüşe şiddetle karşı çıkmışlarsa da; oyunların çoğunda Karagöz'ün Çingene oluşuyla ilgili söz ve eylemlerin kaynağı bugüne değin bulunmuş ve açıklanmış değildir.
Hacivat: Hacivat, Karagöz'ün tam tersi bir tiptir. Öğrenim görmüştür, medrese diliyle konuşmaktadır, her çeşit bilim, (matematik, iktisat, istatistik, ahlâk, gramer v.b.) ve sanattan (edebiyat, musiki v.b.) az buçuk anlar, görgü kurallarına uygun davranır, her zaman kişisel çıkarlarını göz önünde bulundurur, bunun sonucu olarak da, kurulu düzeni olduğu gibi kabul edip eleştirme ve direnme yollarına sapmaz, nabza göre şerbet verir; kimi oyunlarda mahallenin muhtarıdır; perdeye gelen hemen bütün kişileri tanır, onların işlerine aracılık eder, hattâ kimizaman çöpçatanlık yapar (Büyük Evlenme, Ters Evlenme v.b.); biraz afyon tiryakisidir; herhangi bir işte alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok aracılık yoluyla açıktan kazanmayı yeğ sayar; sözgelimi, isteyenlere kiralık ev (Abdal Bekçi, Bursalı Leylâ, Bakkallık) ya da dükkân (Aşçılık, Bakkallık) bulup simsarlık eder; işsiz Karagöz'e iş bulup kendisi hiç çalışmadan kâra ortak olur (Eczane, Salıncak, Yazıcı); emlâk sahibi Çelebi'nin güvenini sağlayıp onun işlerine bakar (Bahçe, Hamam, Meyhane, Tahmis) v.b.
Hacivat'ın, Karagöz'le aynı çağda, Alâeddin-i Selçukî, ya da Sultan Orhan devrinde yaşamış gerçek bir kişi olduğu söylentileri de ispat edilebilmiş değildir. Kimi oyunlarda, kendisini, «Fenn-i lûTriyyâtın yektası, meydan şeyhinin merd-i dânâsı, bezm-i irfanın şem'-i safâsı, Bursalı Hacı Evhad namıyle meşhûr-i âfâk» (Ağalık, Bahçe) diye tanıtır.
Çelebi: Kimi oyunlarda malı mülkü olan zengin bir adam, ya da mirasyedi (Bahçe, Hamam, Yalova Safâsı v.b.), kimi oyunlarda kadınların sırtından geçinen bir jigolo (Canbazlar, Câzûlar, Cincilik, Kanlı Nigâr) ve genellikle keyif düşkünü bir zamparadır (Abdal Bekçi, Çeşme, Yalova Safâsı v.b.). Çoklukla adı «Hoppa Bey», «Razakı-zâde», «Kınap-zâde» v.b. dir. Onun bu «zâde»liği, Karagöz'ün soylulukla alay etmesine yol açar. Elinde lâle (XVIII. yy. ve XIX. yy.'ın ilk yarısı), gül (XIX. yy.'ın ikinci yansı), çiçek demeti, ayrıca eldiven, baston, şemsiye (Meşrutiyet devri) bulunur. Çelebi, karagöz oyununun klâsik tiplerinden biridir. Evliya Çelebi'nin saydığı oyunlar arasında Hoppa, Mirasyedi Çelebi, Devrânî Çelebiler diye oyunlar bulunması bunu gösterir.
Zenne: Karagöz oyunundaki bütün kadınlara genel olarak «Zenne» denir (karagözcüler arasında, meslek argosu olarak, «Gaco» da denir). Bunların çoğu hafif meşreb, fettan (Câzûlar, Çeşme, Yalova Safâsı v.b.), kimisi dost tutan, eve adam alan yosma (Abdal Bekçi, Bursalı Leylâ, Çeşme, Kanlı Nigâr, Mandıra v.b.) hele kimisi cinsel sapık (Büyük Evlenme, Hamam v.b.) olarak gösterilmiştir. Aile kadın ve kızları (Karagöz'ün Karısı, Hacivat'ın Kızı v.b.) dahi zaman zaman hafif meşreb, olumsuz kişiler olarak alınmıştır (Çeşme, Canbazlar, Cincilik, Kanlı Nigâr v.b.). Evliya Çelebi'nin saydığı oyunlar arasında Civan Nigâr'dan söz edildiğine göre, Zenne tipinin çok eskiden beri perdeye çıkarıldığı anlaşılıyor.
Tiryaki: Afyon yutup pineklemekle ömür geçiren, konuşmaların en can alacak noktasında başı önüne düşüp uyuklamaya başlayan «Tiryaki»nin adı, çoklukla «Nokta Çelebi» dir. Eldeki kaynaklar, bu tipin çok eskiden beri hayal perdesinin başlıca kişilerinden biri olduğunu göstermektedir: Nadiri (?-1636/1637) adlı bir yazar, kendi çağdaşlarından hem tiryaki, hem esrarkeş, hem de şarap düşkünü olan birini anlatırken, «Hak teâlâ hayal-i zılcı Hasan (= Kör Hasan) şerrinden sizi saklaya! Zira, hayal-i zilde hem dîvâne, hem sarhoş, hem tiryaki taklidi vardır.» demiştir ki, bu söz, Tiryaki tipinin XVI/XVII. yüzyıllarda perdeye çıkarılmakta olduğunu gösterir; bu tipin XVIII. yüzyılda da hayal kişileri arasında bulunduğunu şair Kani (1712-1791)'nin Hezeliyyât'ından öğreniyoruz.
Beberuhi: Hemen bütün oyunlarda «Altı-kolaç» lâkabıyle anılan Beberuhi, cüce, ağzı kalabalık, yaygaracı, boyu ile uygun düşmeyecek yolda tafra satıcı bir çeşit mahalle aptalıdır.
Tuzsuz Deli Bekir, Zeybek (Efe) Sarhoş, Külhanbeyi: Bir elinde kama, bir elinde şarap kabı ile perdeye gelen, nâra atan, anasını babasını ve dokuz yüz doksan dokuz kişiyi öldürmüş olmakla övünen, öldürme işinde elinin hafif olduğunu bildiren, başınıestirmek istemeyen, ve kendisi gibi yiğit bir kişiden çürük bir başı esirgeyen Karagöz'e şaşan (Abdal Bekçi) Tuzsuz, perdedeki kişileri zorbalığıyle ürkütür; dolantı karmaşık bir hal aldığı sırada ortaya çıkıp meseleyi çözerek oyunu sona erdirir. Karagöz üzerine yapılan incelemelerde, XVI. yüzyıl sonlarında Yeniçerilerin İstanbul sokaklarında zorbalığa başladığı sıralarda Tuzsuz'un gerçek bir kişi olarak oyuna katıldığı, nitekim Evliya Çelebi'nin anlattığı hayal-i zıl oyunları arasında hamamı basan «Gazi Boşnak»'tan söz edildiği, bu tipin ilkin Yeniçeriliği, daha sonra da «bütün devlet otoritesini», «bir nevi gülünç polis sultasını temsil ettiği» ileri sürülmüştür. Evliya Çelebi, kendi çağdaşı olan ve sarhoşluğuyla ün alan «Bekri Mustafa»'nın da hayal perdesi kişilerinden olduğunu söylemiştir ki bu ada XIX. ve XX. yüzyıllardaki Meyhane ve Aşçılık oyunlarında da Taşlanmaktadır. «Bekri» lâkabı ile «Tuzsuz Deli Bekir» adı arasındaki ses benzerliği ve «Bekri» nin zamanla «Bekir» e çevrilmiş olabileceği de dikkate değer. Evliya Çelebi'nin söz konusu ettiği bu «Bekri» (= sarhoş) tipinin, Evliya'nın yaşadığı devirden epey önce, XVI. yüzyılın ikinci yarısında doğrudan doğruya «Sarhoş» adıyla perdeye çıkarılmakta olduğunu, daha önce andığımız Nadiri adlı yazarın cümlesinden öğreniyoruz. Nitekim, aynı tip son zamanlara kadar sürüp gelmiş ve kimi oyunlarda yine «Sarhoş» (karagözcü argosunda, Çingeneceden alınma «Matiz») adiyle perdeye çıkarılmıştır. Yeniçerilik kaldırıldıktan sonra (1826), kimi oyunlarda Tuzsuz'un yerini, yine gerçek ve günlük bir tip olan «Zeybek (Efe)» tipi almıştır. Zeybek, nâra atarak değil, iri kıyım görünüşüyle egemenliğini kabul ettirir. II. Abdülhamit devrinde perdeye giren «Külhanbeyi» tipi de oyunda hep aynı görevi yapar, aynı geleneği sürdürür. Sarhoş ile Zeybek'in aynı oyun içinde, birlikte perdeye çıkarıldığı da vardır (Kanlı Nigâr).
Bizans devrinde olduğu gibi Osmanlılar devrinde de türlü bölge, ırk ve ulustan kişilerin toplandığı bir yer olan İstanbul'un bu karışık toplumsal yapısı hayal perdesinde yansıtılmış, taşralı, azınlık, ya da yabancı kişilerin İstanbul ağzına uymayan konuşmaları, söz oyunlarına geniş yer veren hayal perdesine alaylar ve şakalar için zengin olanaklar hazırlamıştır.
Karagöz'ün Bölümleri:
I. Mukaddime (-Giriş)
Oyun başlamadan önce göstermelik adı verilen (Burak, limon ağacı veya çiçek demeti v.s.) boş perdeden yansıtılır. Giriş başladığında bu göstermelik yavaşça nareke düdüğün sesiyle birlikte kaldırılır.Sahnenin solundan Hacivat görünür.Hacivat geleneksel "sema"yi, ardından da evreni temsil eden aynanın felsefesini anlatan şarkısını söyler. Sonra Karagöz'ü sahneye çağırır.

II. Muhavere
Bu bölümde, Karagöz ve Hacivat arasında tekerleme atışmaları ve konuşmaları yer alır. Bu karşılıklı konuşma bir kıssadan hisse ile son bulur.

III. Fasıl
Esas Oyunun yer aldığı bölümdür. Ana tema bu bölümde oynanır. Bütün figürler bu bölümde ortaya çıkar ve rollerini oynarlar. Her oyunun konusu farklıdır.

IV. Bitiş
Bu bölüm genellikle eğlencenin ve kutlamaların yapıldığı oyunun birtiş bölümüdür. Çengi, folklorcular dans eder ve değişik satıcılar geçer. Oyun biterken Hacivat Karagöz'e seslenir: "Yıktın perdeyi eyledin viran Varayım sahibine haber vereyim heman"
Buradaki sahip: perde, evreni temsil ettiğinden tabii ki tanrıdır.

Hiç yorum yok: